Kadının Ziynet Eşyalarını Yanında Götürmesi
Şahsi eşyalarını dahi almayan kadının ziynet eşyalarını yanında götürdüğünün kabulü hayatın olağan akışına aykırıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas: 2017/1512 Karar: 2020/835, K.Tarihi: 04.11.2020 |
Ziynet eşyaları, evlilik sırasında eşler arasında takılan veya hediye edilen altın, gümüş, elmas, inci gibi değerli maden ve taşlardan oluşan süs eşyalarıdır. Ziynet eşyalarının kime ait olduğu, boşanma veya ölüm gibi mal rejiminin sona ermesi durumlarında önemli bir sorun haline gelebilir. Bu sorunun cevabı, Türk Medeni Kanunu’nda açıkça belirtilmemiş, ancak Yargıtay kararlarıyla şekillenmiştir.
Yargıtay, uzun yıllar boyunca, düğünde takılan ziynet eşyalarının tamamının kadına ait kişisel mal olduğunu kabul etmiştir. Bu görüşe göre, ziynet eşyalarının kim tarafından takıldığı veya kime takıldığı önemli değildir. Kadına takılan ziynet eşyaları, kadına bağışlanmış sayılır ve kadının kişisel malı olur. Erkeğe takılan ziynet eşyaları ise, erkeğin kişisel malı olmaz, eşlerin ortak malı sayılır. Bu nedenle, boşanma veya ölüm halinde, erkeğe takılan ziynet eşyaları eşit olarak paylaşılır, kadına takılan ziynet eşyaları ise kadında kalır.
Ancak, Yargıtay, 2020 yılında verdiği bir kararla, bu görüşünü değiştirmiştir. Yeni görüşe göre, ziynet eşyalarının kime ait olacağına karar verirken, ziynet eşyalarının “kadına özgü” olup olmadığına bakılacaktır. Kadına özgü ziynet eşyaları, kadının giyebileceği veya kullanabileceği bilezik, kolye, küpe, bileklik, takı seti gibi eşyalardır. Kadına özgü olmayan ziynet eşyaları ise, erkeğin de giyebileceği veya kullanabileceği çeyrek, yarım, tam, reşat, gram altın gibi eşyalardır. Bu kriterlere göre, ziynet eşyalarının kime ait olacağı şu şekilde belirlenir:
- Kadına takılan kadına özgü ziynet eşyaları, kadına ait kişisel mal olur. Bu eşyalar, kim tarafından takılmış olursa olsun, kadına bağışlanmış sayılır. Erkek eş, bu eşyalar üzerinde hak iddia edemez.
- Kadına takılan kadına özgü olmayan ziynet eşyaları, kime takıldığına göre değerlendirilir. Eğer bu eşyalar, kadının ailesi veya yakınları tarafından kadına takılmışsa, kadına ait kişisel mal olur. Eğer bu eşyalar, erkeğin ailesi veya yakınları tarafından kadına takılmışsa, eşlerin ortak malı olur. Bu eşyaların kime takıldığı ispat edilemezse, eşlerin ortak malı sayılır.
- Erkeğe takılan kadına özgü ziynet eşyaları, kadına ait kişisel mal olur. Bu eşyalar, kim tarafından takılmış olursa olsun, kadına bağışlanmış sayılır. Erkek eş, bu eşyaları kadına iade etmek zorundadır.
- Erkeğe takılan kadına özgü olmayan ziynet eşyaları, erkeğe ait kişisel mal olur. Bu eşyalar, kim tarafından takılmış olursa olsun, erkeğe bağışlanmış sayılır. Kadın eş, bu eşyalar üzerinde hak iddia edemez.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu; şahsi eşyalarını dahi almayan kadının ziynet eşyalarını yanında götürdüğünün kabulün hayatın olağan akışına aykırı olacağını içtihat etmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/1512 Esas, 2020/835 Karar sayılı ve 04.11.2020 tarihli lamında; şahsi eşyalarını dahi almayan kadının ziynet eşyalarını yanında götürdüğünün kabulün hayatın olağan akışına aykırı olduğu içtihat edilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Esas: 2017/1512 Karar: 2020/835, K.Tarihi: 04.11.2020 1. Taraflar arasındaki “ziynet eşyalarının aynen iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 12. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; düğünde müvekkiline takılan ziynet eşyaları ile paraların bir keseye konularak davalının ailesine teslim edildiğini, sonrasında ise ziynet eşyalarının davalının işyerindeki kasada muhafaza edildiğinin davalı tarafından müvekkiline bildirildiğini, 2013 yılı Şubat ayında müvekkilinin davalıdan gördüğü şiddet nedeniyle gece yarısı müşterek evden ayrılarak ailesinin yanına sığındığını, ancak davalının ziynet eşyalarını müvekkiline iade etmeye yanaşmadığını ileri sürerek dava dilekçesinde belirttiği ziynet eşyaları ile paraların aynen iadesini, bunun mümkün olmaması hâlinde ise bedelinin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; düğün gecesi müvekkili ile davacıya teslim edilen ziynet eşyalarının müşterek evde davacıya ait kasada muhafaza edildiğini, müvekkilinin iş seyahati nedeni ile evde bulunmadığı sırada evi terk eden davacının kasadaki ziynet eşyalarını da yanında götürdüğünü savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. İzmir 12. Aile Mahkemesinin 24.06.2014 tarihli ve 2013/278 E., 2014/390 K. sayılı kararı ile; Yargıtay’ın birçok kararında kabul edildiği üzere hayatın olağan akışına göre ziynet ve takılan paranın kadının üzerinde olduğunun kabulünün gerektiği, bu tür eşyaların kolaylıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen eşyalardan olduğu, dolayısıyla davacı tarafın bu eşyalara diğer tarafın el koyduğunu ve elinden rızası olmadan aldığını ispatlaması gerektiği, bir kısım tanıkların bu yöndeki ifadeleri görgüye dayalı olmayıp davacı ya da başkalarından duyuma ilişkin olduğu, bir kısım tanık beyanlarında da ziynetlerin müşterek hanede kasaya konduğunun belirtildiği, davacının davalı eşi ev dışında iş gezisinde olduğu bir sırada evden ayrıldığı, davalı iş gezisinden döndüğünde arkadaşı olan tanık … ile kasaya bakıldığı ve boş olduğunun anlaşıldığı hususunun tespit edildiği gerekçesiyle ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuş ve karar Özel Dairece onanmış ise de davacı vekili bu kez karar düzeltme talebinde bulunmuştur. 8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 14.12.2015 tarihli ve 2015/13236 E., 2015/20152 K. sayılı kararı ile; “…Uyuşmazlık, davalı eşte kaldığı ileri sürülen ziynet eşyalarının iadesi istemine ilişkindir. TMK’nın 6. maddesi hükmü uyarınca; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde, gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. Davacı kadın, dava konusu edilen ziynet eşyalarının davalının işyerindeki kasada kaldığını ileri sürmüş, davalı koca ise ziynet eşyalarının müşterek evdeki kasada muhafaza edildiğini ve kendisinin iş seyahati nedeni ile il dışında olduğu sırada davacı tarafından kasadan alınıp götürüldüğünü savunmuştur. Buna göre davacı kadın, dava konusu ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını veya götürülmesine engel olunduğunu, ispat yükü altındadır. Davacı taraf, iddiasını ispat için, taraflar arasında görülen boşanma davasına delil olarak dayanmıştır. İşbu dava ile aynı gün açılan ve İzmir 13. Aile Mahkemesinde görülen 2013/273 E. 2013/293 K. sayılı boşanma dosyasının incelenmesinde; dinlenilen davacı – karşı davalı kadın tanıkları …, ….’in, davacı kadının davalı kocasından gördüğü şiddet nedeniyle evden ayrıldığını beyan ettikleri, davalı – karşı davacı koca tanığı …’in ise davalının birlikte iş seyahatine çıkmalarından önceki gece davacı ile kavga ettiğini söylediğini beyan ettiği, mahkemece davacı – karşı davalı tanıklarının beyanları ile davalı kocanın davacı kadına sözlü ve fiziksel şiddet uyguladığının kanıtlandığı gerekçesiyle davacı kadının boşanma davasının kabulü ile 30.000TL maddi ve (davalı kocanın sözlü ve fiziksel şiddet eylemleri nedeniyle) 20.000TL manevi tazminatın davalı kocadan tahsiline, davalı – karşı davacı koca tarafından açılan boşanma davasının ise reddine karar verildiği, hükmün derecaattan geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. Boşanma davasında dinlenilen (ve beyanları hükme esas alınan) davacı tanıkları ile davalı tanığı …, iş bu davada da tanık olarak dinlenilmiştir. Davacı tanıkları verdikleri ifadelerinde de; 2013 yılı Şubat ayında gece yarısı baba evine gelen davacı kadının boynunda morluk ve kızarıklıklar olduğunu, tarafların bu olaydan sonra bir araya gelmediklerini beyan etmişler, davalı tanığı ise; davalının iş seyahatinden döndükten 2-3 gün sonra….isimli arkadaşları ile müşterek eve giderek kasayı kontrol ettiğini beyan etmiştir. Kesinleşen boşanma davasında verilen hüküm ve bu hükme esas alınan tanık beyanları ile iş bu davada dinlenilen tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde; davacı kadının, davalı kocadan gördüğü şiddet nedeniyle ziynet eşyalarını alamadan gece yarısı müşterek evden ayrılarak ailesinin yanına sığındığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, davacı kadın tarafından davaya konu ziynet eşyalarının davalı kocada kaldığının ispat edildiği gözetilerek, ziynet eşyalarının değerinin belirlenmesi suretiyle ulaşılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, delillerin yanılgılı değerlendirilmesi ile davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Mahkeme kararının bu nedenlerle bozulması gerekirken, zuhulen onandığı bu defa yapılan inceleme ile anlaşıldığından, davacı tarafın karar düzeltme talebinin kabulü ile Dairemiz onama kararının kaldırılmasına ve hükmün açıklanan nedenler ile bozulmasına karar vermek gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. İzmir 12. Aile Mahkemesinin 22.03.2016 tarihli ve 2016/110 E., 2016/202 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeler yanında “…Yüksek Yargıtay boşanma davasında dinlenen bir kısım tanık beyanlarına göre davacının eşinden fiziksel şiddet gördükten sonra ziynetlerini alamadan evden ayrıldığını kabul etmektedir. Ancak gerek boşanma gerekse de dava dosyasında dinlenen tanık beyanlarında Yargıtay bozma ilamına esas alınan ziynetlerin alınamadan evden ayrılmak zorunda kalındığına dair bir açıklık ve net görgüye dayalı bilgi bulunmamaktadır. Salt fiziksel şiddete uğrama vakıası ziynetlerin evde kasada bırakılıp evden ayrıldığını kabule yeterli ve elverişli değildir. Nitekim boşanma davasında da davacı yan bu vakıayı ileri sürmüş ancak boşanma karar gerekçesinde bu yönde bir tespit ve belirleme yer almamıştır. Tanık olarak dinlenen davacının annesi … ifadesinde “…kızı yanına ilk geldiğinde davalının evde olduğunu, sonradan tekrar ayrılıp geldiğinde iş seyahatine çıktığını” yine tanık olarak dinlenen davacının babası …”…kızı en son evi terk edip geldiğinde davalı iş seyahatindeymiş” şeklinde, yine tanık olarak dinlenen davalının kız kardeşi … “…davacının üzerinde takılan ziynetleri görürdüm” şeklinde beyanlarda bulunmuşlardır…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesine göre ispat yükünün davanın taraflarından hangisine ait olduğu, burada varılacak sonuca göre yerel mahkemece verilen red kararının isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır. 13. Ziynet, altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış olup; insanlar tarafından takılan süs eşyası olarak tanımlanmaktadır ( Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Ankara 2011, s. 1529). Ziynet eşyasını evlilik münasebetiyle gelin ve damada verilen hediyeler olarak tanımlamak mümkündür. Bu bağlamda, bilezik, altın kelepçe, kolye, gerdanlık, takı seti, bileklik, saat, küpe ve yüzük gibi takılar, ziynet eşyası olarak kabul edilmektedir (Sağıroğlu, M.Ş.: Ziynet Davaları, İstanbul 2013, s.3). 14. Kadına özgü ziynet eşyaları; eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir adet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 05.05.2004 tarihli ve 2004/4-249 E. ve 2004/247 K.; 04.03.2020 tarihli ve 2017/3-1040 E., 2020/240 K. sayılı kararlarında da aynı ilke benimsenmiştir. 15. Bu noktada “kişisel mal” kavramının yasal olarak nasıl düzenlendiği üzerinde durulmalıdır: 4721 sayılı TMK’nın 220. maddesinde; “Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevi tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler.” kişisel mal olarak sayılmış olup, aynı Kanun’un 222/1. maddesindeki; “Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür” hüküm ile de ispat yükünün kime ait olduğu hususu düzenlenmiştir. 16. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.187/1). Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz (HMK m. 187/2). 17. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E. ve 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir. 18. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise 4721 sayılı TMK’nın 6. maddesinde; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlendiği gibi, usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, 6100 sayılı HMK’nın 190. maddesinde de; “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” Şeklinde hüküm altına alınmıştır. 19. Her ne kadar ziynet eşyası rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardan olduğu için evden ayrılmayı tasarlayan kadının götürmesi, gizlemesi her zaman mümkün olduğu gibi, evden ayrılırken üzerinde götürmesi de mümkündür. Bunun sonucu olarak normal koşullarda ziynet eşyasının kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir. Hayat deneyimlerine göre olağan olan bu çeşit eşyanın kadının üzerinde olması ya da evde saklanarak muhafaza edilmesidir. Bunların erkeğin zilyetlik ve korunmasına terk edilmesi olağan durumla bağdaşmaz. Bu durumda kadın dava konusu ziynet eşyasının varlığını ve evlilik birliği içinde elinden zorla alınıp bozdurulduğunu ispat yükü altındadır. 20. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde, düğün sırasında davacıya takılan bilezik ile diğer takıların davacının üzerinden alındığını ve davalının akrabasının taşıdığı aynı keseye konulduğunu, kesenin de davalının ailesine teslim edildiğini, eş söyleyişle davacıya ait ziynet eşyalarının düğün telaşı içindeki davacıdan rızası dışında davalı tarafça elinden alındığını ve bir daha takılmamış olduğunu, sonrasında ise ziynet eşyalarının davalının işyerindeki kasada muhafaza edildiğinin davalı tarafından müvekkiline bildirildiğini ileri sürmüştür. Davalı vekili cevap dilekçesinde, her düğünde olduğu gibi takılan takıların bir keseye konduğunu kabul ederek, davacı ve müvekkiline teslim edildiğini, düğünde takılan takıların ortak konutta davacıya ait olan kasada muhafaza edildiğini, davacının eşinin evi terk ederken götürdüğünü beyan etmiştir. Hâl böyle olunca davalı altınların davacıya teslim edildiği olgusunu ispat yükü altına girmiştir. 21. Yargılama sırasında davalının kardeşi ve aynı zamanda evlilik öncesinde davacının samimi arkadaşı olan … davalı tanığı sıfatıyla yeminli olarak dinlenmiş; düğün sırasında davetlilerin keseye ziynetleri koyduklarını, keseyi İstanbul’da bulunan kuzeni …’nun taşıdığını, …’nun bu keseyi İrem’e teslim ettiğini ancak ertesi günü balayına gideceklerinden altınları erkek tarafına bıraktığını beyan etmiştir. Yine aynı tanık taraflar arasında kesinleşen boşanma davasındaki yeminli beyanında perşembe günü tarafların evlerine gittiğinde ağabeyinin henüz iş seyahati için İstanbul’a gitmemiş olduğunu, evlerinden ayrıldıktan sonra o gece gittiğini, kendisi evlerinden ayrıldıktan sonra kavga edilip ağabeyinin tarafından İrem’in dövüldüğünü sanmadığını beyan etmiştir. 22. Hem eldeki davada hem de boşanma davasında dinlenen davalı tanıklarından … ise, davalı ve davalının babası ile birlikte cuma sabahı İzmir’den İstanbul’a iş seyahatine gittiklerini, takip eden pazar akşamı geri döndüklerini, davalının perşembe akşamı eşinin kendisine çok dırdır ettiğini ve bu nedenle ayrı yattıklarını söylediğini ifade etmiştir. Davalı tanıklarından … ise kesinleşen boşanma davasındaki ifadesinde, davalı İstanbul’dan iş seyahatinden döndükten sonra eşinin bir kısım şahsî eşyalarını alarak evden ayrıldığını söyleyen davalının evine gittiğini, kendisinin yanında davalının evi gezdiğini ve eşinin özel eşyalarını götürmüş olduğunu beyan etmiş; eldeki davadaki ifadesinde ise, arkadaşı davalı ile birlikte eve gidip baktığında davacının şahsî eşyalarının evde olmadığını gördüğünü, davalının kasanın da olduğunu söylediğini ve kasayı alıp salladığında içinin boş olduğunu anlattığını, kendisinin de orada olduğunu, davalının kasanın anahtarının davacıda durduğunu söylediğini, bu kasanın küçük bir kasa olduğunu, bir kişinin rahatlıkla kaldırıp sallayacağı boyutta bir kasa olduğunu beyan etmiştir. 23. Tüm dosya kapsamı, davacı tanık beyanları ve özellikle davalı tanığı …’ın beyanı ile düğün gecesi takılan ziynet eşyalarının davalı tarafta kaldığı ve davacının davalıdan gördüğü şiddet nedeniyle şahsî eşyalarını dahi alamadan gece yarısı ortak evden ayrılarak ailesinin yanına sığındığı, dava konusu ziynetlerin davacıya iade edilmediği anlaşılmaktadır. 24. Kaldı ki, taraflar arasında kesinleşen boşanma davasında verilen hüküm ve bu hükme esas alınan tanık beyanları ile eldeki davada dinlenilen tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde; davacı kadının en son davalı kocadan gördüğü şiddet nedeniyle şahsî eşyalarını dahi alamadan gece yarısı müşterek evden ayrılarak ailesinin yanına sığındığı, davalının ise sonraki gün iş seyahatine çıktığı anlaşılmaktadır. İstikrar kazanmış Yargıtay uygulamasına göre de, davalının cevabında iddia ettiği gibi evde davacıya ait bir kasa olsa bile davacının bu durumdayken -şahsî eşyalarını dahi alamamışken- kasa ve/veya kasadaki ziynet eşyalarını yanında götürdüğünün kabulü hayatın olağan akışına aykırıdır. 25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; ispat külfetinin davacıda olduğu, davacı tarafın dava dilekçesinde belirtilen hayatın olağan akışına göre üzerinde bulundurması gerekli ziynetlerinin davalıda olup kendisine iade edilmediği vakıasını ispat edemediği, ispat edilemeyen vakıanın aksinin ispatının davalıya yükletilemeyeceği ve dayanılmayan vakıanın resen dikkate alınamayacağı gerekçesiyle direnme kararının değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşleri ileri sürülmüşse de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. 26. O hâlde mahkemece ispat yükünün davalı tarafa ait olan eldeki davada, davalı tarafın ziynet eşyalarını davacı tarafa teslim ettiğini ispat etmesi gerektiği gözetilmeden, davanın davacı tarafça ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine dair direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 27. Hâl böyle olunca, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.11.2020 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi. KARŞI OY Türk Medeni Kanunu m. 6; “ Kanunda, aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri , hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatlamakla yükümlüdür.” Yargıtay içtihatlarında da kabul edildiği üzere ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kişiye düşer. Diğer yandan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimsenin iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.119-(1) – e) “dava dilekçesinde , davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaları göstermesi zorunludur. ” Dava dilekçesinde davacı, düğün sırasında takılan ziynetlerin davalı tarafından saklamak üzere elinden alındığını, kendisine davalının şirketine ait kasada muhafaza edildiğinin söylendiğini, davalının işyeri kasasından alma imkânı olmadığından bir daha ziynetlerini hiç takamadığını, eşi ile ayrıldıktan ve boşanma davası açıldıktan sonra da bahsi geçen ziynetleri davalıdan istemesine rağmen davalının kendisine vermediğini iddia etmiştir. Bir başka ifade ile, ziynetlerim bende değil davalıda, bana iade etmiyor iddiasına dayanmaktadır. Davalı ise cevap dilekçesinde, dava konusu ziynetlerin davacıya teslim edildiğini, fiilen 5 ay süren evliliğinin, kendisi iş seyahatinde iken davacının evi terk ederek ailesinin yanına gittiği için sona erdiğini, dava konusu ziynetleride evden ayrılırken yanında götürdüğünü bu nedenle davanın reddinin gerektiğini savunmuştur. Davacının anne ve babası olup yeminli dinlenen tanıkları … ve … ifadelerinde, kızlarının en son müşterek konuttan ayrılarak yanlarına geldiğinde, davalının iş seyahatinde olduğunu belirtmişlerdir. Davalının kızkardeşi davacının da evlilik öncesinde de samimi arkadaşı olan tanık … yeminli ifadesinde, tarafların balayına gidecekleri için düğünün ertesi günü ziynetleri kendilerine verdiklerini, iki gün sonra balayından döndüklerini ve ziynetlerin davacı …’ e teslim edildiğini; İrem’in ziynetleri tek tek yazdığını, evlerinde bulunan kasada bunları sakladığını, zaman zaman ziynetleri çıkarıp kimlerin taktığını söylediğini, kardeşi ile aynı işyerinde çalışmakta olup işyerindeki kasada ziynetleri görmediğini belirtmiştir. Dinlenen diğer tanık beyanlarında ise, davacının üzerinde bir kısım ziynetlerin takıldığını gördükleri ifade edilmiştir. Tüm bu hukuki durum ve toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde, Yargıtayca da kabul edildiği üzere hayatın olağan akışına göre ziynetlerin kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir. Bu tür eşyaların kolaylıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen eşyalardan olduğu kabul edilir. O hâlde davacının bu ziynetlere davalının el koyduğunu, elinden rızası olmadan alındığını, ya da dava dilekçesinde belirtildiği gibi rızası ile vermesine karşın kendisine iade edilmediğini ispat etmesi gereklidir. Ne var ki dinlenen tanık beyanları ile davacı iddiasını ispat edememiştir. Davacı dayandığı vakıayı ispat etse idi, ziynetlerin davalıda olduğu kanıtlanmış olsa idi, davalı bunları iade ettiğini ispat külfeti altına girecek idi yani, davalıya aksini ispat et diyecektik, ama ispat edilemeyen iddiayı sabit kabul edip, aksini davalı sen ispat et demenin hukuk sistemimiz içinde ve usul kurallarımız gereği mümkün olmadığı açıktır. Özetlemek gerekirse; davacı kadının düğününde takılan ziynetlerinin davalı erkekte bulunduğu ve kendisine iade edilmediği vakıası toplanan delillerle ispat edilememiştir. Özel dairenin gerekçesinde belirtilen yaşanılan şiddet nedeniyle evden ayrılırken kadının ziynetlerini alamadığı vakıasına kadın dayanmamış, aksine boşanma davası açıldığında bile ziynetlerin davalıda olduğu iddia edilmiş, bizzat kendi tanıkları ile de evden ayrılırken eşinin evde olmadığı anlaşılmıştır. Hâl böyle olunca; ispat külfetinin davacıda olduğu, dava dilekçesinde belirtilen hayatın olağan akışına göre üzerinde bulundurması gerekli olan ziynetlerinin davalıda olup kendisine iade edilmediği vakıasını ispat edemediği, ispat edilemeyen vakıanın aksinin ispatının davalıya yükletilemeyeceği, dayanılmayan vakıanın resen dikkate alınamayacağı, bu genişletilmiş gerekçe ile direnme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun genişletilmiş gerekçe ile direnme kararının bozulması yönündeki görüşüne katılamıyoruz. |